3 Haziran 2012 Pazar


Çok uzun zamandır gitmediğim kütüphane bana mesaj vermek istedi. "Bak gelmeyerek neler kaçırıyorsun" dedi.

Şöyle oldu. Ders çalışmak için gitmiştim. Soru sormam gerekiyordu ama Ahmet'in başı kalabalıktı. Beklerken rafların arasında dolandım. Bi kitap gördüm. Gıcır gıcır kitaplara inat, siyah, kapkalın, eskimiş bir kapağı vardı, samandan yaprakları. Bir süre elimde tutup gözlerimi kapattım, sonra rastgele bi sayfa açtım. 3 şiir vardı. Birine göz gezdirdim, pek anlamadım. Sonra bu çarptı gözüme.


Frari- Faruk Nafiz Bey

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin.
Topladın saçdığı altunları binlerce elin.
Sana çirkin demedim ben, sana kafir demedim,
Yaşadın beş sene gönlümde, müsafir demedim.
Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Sana kafir dediler, diş biledim hakka bile
Kahbelendim de garaz bağladım ahlaka bile...
Bence dinin gibi küfrün de mukattesdi senin.
Bu firar aklına nerden, ne zaman esdi senin?
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek
Seni aşkım canavarlar gibi takib edecek.

Faruk Nafız Çamlıbel'in Firari adlı şiiriymiş. İnternette şöyle bi bakındım da, bunun aynısını göremedim. Mısralar yer değiştirmiş. İyi ki de değiştirmiş. Artık  u hali en güzel, en gizli, en değerli.

Ben hep gelirim kütüphaneciğim, sen yeter ki beni böyle karşıla.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

7 sayıların en güzeli. Yeni misyonum bunu tüm insanlığa kanıtlamak. Tüm insanlığa ulaşmam biraz zaman alacağından, ilk ve asla son olmayan kanıtımla hemmen başlıyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=QhARR-zmTCE

http://www.youtube.com/watch?v=wBfKXHoSvDM

4 Nisan 2012 Çarşamba

 Sevgili Mr. Nobody, iyi dinle.

 Sen kendini kandırmayı en iyi becerebilen insansın.


Anna

 Aşık olduğun Anna. 15 yaşındasın ve o kadar aşıksın öyle mi? İnsanların yıllarca arayıp bulamadığını sen 15 yaşında buldun, evet. Peki, bunun kulaklarından fışkıran hormonların değil de aşk olduğunu varsayalım, aksini iddia ederek sana haksızlık etmeyeceğim. Ama onu yıllarca beklediğin yalanını sakın anlatma bana. Hadi diyelim ki sen kendini bekleyebileceğine inandırdın. O seni beklemeyecek. Çünkü sen dünya üzerindeki ne tek ne de son kişisin. Onun öyle söyledğine bakma, yalan söylüyor. Sana da onu beklememeni öneririm. -

Elise

Bir gece onu ağlarken gördün, sonra sana ‘’ölünce küllerimi Mars’a savuracağına söz ver’’ dedi ve sen de ona aşık oldun öyle mi? Onun ne Mars ne de senin verdiğin söz umrunda. Sadece ilgi çekmek istedi. Sen de ona inandın. Ölünce küllerini gerçekten Mars’a götürdün tabi. He benim Nemo’ma he, he benim canıma. O öldüğünde ne yapacağını sana söyleyeyim; iki ay ağlayacaksın, sonra kendini teselli etmenin bir yolunu bulacaksın. Bir seneye kalmadan da evlenip gidersin zaten. Külleri de pencereden savurdun mu oldu bitti bu iş. Hem ölmese daha kötü. Kusura bakma ama hiç kimse onunla yaşamayaz. Boğulmazmış da, yüzmeyi öğrenirmiş, hadi ordan. O arabayı yakacağına, atladığın gibi gidebileceğin en uzak yere gidersin. Onsuz da öyle güzel yaşarsın ki, sen bile şaşırırsın.

Jean

Ona haksızlık ettin. Doğru olanı yaptığını sandın, en yanlış olanı yaptığını göremedin. Dediğim gibi sen gelmiş geçmiş, kendini kandırmayı en iyi becerebilen insansın.

Eflatun’a da inanma. Çiftimizden ayrıldığımızda farklı yerlere savrulmadık. Çiftimiz öldü. Biz hayatta kaldık. Burada hata yaptın işte, ne Anna, ne Elise ne de Jean senin eşin. Öyle biri yok. O yüzden vazgeçilmez oldukları yalanını unut. Vazgeçilmez olanın çok geride kaldı, orada kayboldu. Şimdi git ve kendine en benzeyenini bul. Ama gerçekçi ol lütfen. Beni de üzme. Senin vazgeçilmezini kaybedişine üzülmek istemiyorum ben.Hem kendi vazgeçilmezim için vazgeçilmez olup olmadığımı düşünmeme sebep oluyorsun,yapma.

Olmasın ruh eşleri,vazgeçilmezler.Yoklar de. Sen bana inan ki ben de sana inanayım.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Çok garip bir şey oldu. Herkesin kendini bir an için sorgulamasına sebep olan bir şey. Annemin gözlerinde de gördüm, kardeşimin gözlerinde de.

Oturmuş hayatımızda kötü giden şeyleri birbirimize anlatıp, ne kadar bahtsız olduğumuzdan bahsederken ve bunları konuşup konuşup, hatta durmayıp birleştirip, sonra saçma yerlerinden bölüp yeni dertlermiş gibi hepsinden tekrar tekrar bahsederken o geldi. Köye geri dönüyormuş. 40 senenin ardından İstanbul'a gelmiş bir haftalığına. ''Hayvanları otarmam lazım, Sakine'ye bıraktım,ona da ayıp oldu artık. Kar da başlamış hem.'' dedi. Ayrılmak için sarıldığımızda gözleri doldu. Ağlamak istemedi ama, durduk yere keyfimizi kaçırmak istemedi. Çabucak gitti sonra. Kapıyı kapattıktan sonra arkama dönmedim bir süre. Döndüğümde annemi gördüm. Kardeşime baktım sonra. Aynı bakış.

Boğazımda düğümleneni yutmayı başarana kadar susuyorum ben. Bir daha konuşmaya kalkarsam da kendimi susturmayı başarabilirim umarım.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Serbest yazım diye bir şey var. Altıncı His'ten öğrendim. Dr. Malcolm Crowe, Cole'a der ki ''serbest yazım nedir biliyor musun? yazmaya başlarsın, hiç düşünmeden. sadece elin hareket eder. Bi süre sonra bakarsın ki aklında olduğunu bile bilmediğin şeyler kağıda dökülmüş.'' Böyle bişeydi işte. Duyduğumdan beri yapmam lazım deyip duruyorum. Aslında deyip durmuyorum, sadece duyduğumda yapmak istiyorum, sonra geçiyorum.

Bugüne kısmetmiş.

Aslında bahsetmek istediğim şey şu ( Tamam bu kısmı biraz tasarlamış olabilirm, çok da serbest değil.Ama hiç düzeltmeden yayınlıycam. uu yayınlamak,çok havalı ). ha ne diyodum, bahsetmek istediğim şey. Çok güzel insanlar var. Ağzı güzel, ağzından çıkan daha güzel. Elinden çıkan en güzel bazen de. Neye göre güzel diyebilirsin.

Bi şeyin güzel olup olmadığına o şeye ne kadar katılıp katılmadığıma göre karar veriyorum ben. Evet bu durumda ufak bi aksaklık var farkındayım. Ama bunu düzeltmek istemediğimi de belirtmek isterim.

Mesela şöyle bişey, güzel bi blog, bir okuyorsun, aa bu benim diyorsun. Yazdıkları senin elinden, senin aklından çıkmış gibi geliyor. Sonra köşede bi ''edie sedgwick'' fotoğrafı görüyorsun. İçine sokasın geliyor. Edie'yi de, fotoğrafı koyanı da.

Öyle işte. Burdan çıkardığım sonuç şu : konuşmadığım, hiç tanımadığım insanları daha çok seviyorum bazen ben.

En çok ''altıncı his''si seviyorum ama.